Subscribe Us

header ads

Bir Edirne Sevdalısının Defterleri Süheyl ÜNVER-Recep Duymaz

Prof.Dr.Recep Duymaz Bir Edirne Sevdalısının Defterleri Süheyl Ünver doğma büyüme bir İstanbul efendisidir. İlk, orta, lise ve yükseköğrenimini İstanbul’da görmüş, ihtisasını Fransa’da Paris Tıp Fakültesi’nde tamamlamıştır. Yurda döndükten sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde görev almış, 1933 yılında Doçent,1939 tarihinde profesör olmuştur. Daha sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesine geçen Ünver, emekli olacağı 1973 yılına kadar burada görev yapmıştır. Süheyl Ünver’in örgenim alanı ve çalışma sahası, en geniş anlamıyla bir fen ve deneysel bilim diyebileceğimiz tıp olmakla beraber o, sanatla da yakından ilgilenmiş ve 1936 – 1955 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi’nde Türk Minyatür ve Süsleme Sanatı dallarında öğretim üyeliği de yapmıştır. Süheyl Ünver’e göre kitap okumak değil, not almak marifettir. Alınan notlarla okunan kitaptaki bilgiler hem akılda kalır, hem ilerde faydalı bir maksat için kullanılır. Ona göre maksatsız kitap okumak, zaman kaybından başka bir şey değildir. İnsanların, peygamberimizin “Her faydalı şeyi kaydedin, başkaları da ondan faydalansın” sözünü, gündelik hayatlarında ihmal ettiklerini düşünür. İnsanlar genellikle konular üzerindeki her duygu ve düşüncelerini sözlü olarak anlatırlar. Hâlbuki özellikle bilim ve sanat konularında karşılıklı olarak söylenen sözler, kısa zamanda uçup gider. Bunun sonucu olarak konulara dair bir birikim ve kalıcılık sağlanamaz. Onun bu düşüncelerinden hareket ederek söylersek, kültür ve medeniyetimizin “sohbet”e dayandığını söyleyenlere hak vermemek elde değildir. Bu kuramsal konuyu burada bir yana bırakıp biz yine Süheyl Ünver’in önemli bir özelliğine dönelim. Not almanın faydalı olduğu düşüncesinden hareketle o, gittiği şehir, ziyaret ettiği müze, cami, medrese, köprü, han, hamam ve türbelerin o andaki durumlarına dair daima yanında bulundurduğu defterine notlar almış, çoğunun karakalem ve yağlı boya çizimlerini yapmış, bu yolla sonraki nesillere sayısız görsel malzeme bırakmıştır. İstanbul ve Bursa’dan sonra Edirne ziyaretlerinde de aynı yolla şehrimizin camilerini, köprülerini, türbelerini, otellerini, evlerini, konak ve saraylarını tuttuğu notlarla defterlerinin sayfalarına geçirmiştir. Bunlardan hayatta olanlar ile yıkılmaya ve yok olmaya yüz tutmuş olanlarından bazılarının karakalem, bazılarının da suluboya resimlerini çıkarıp yetkililerin gözleri önüne sererek dikkatlerini çekmeye çalışmıştır. Onun Edirne’ye karşı sevdası ve bu derin ilgisinin iki sebebe dayandığını düşünüyorum. Birincisi, Edirne’nin 1361 – 1453 yılları arasında olmak üzere Osmanlı Devleti’ne 92 yıl başkentlik etmiş olmasıdır. Bu süre boyunca ve daha sonraki yüzyıllarda Osmanlı Türkleri, Edirne’de sanat ve estetik değer taşıyan camiler, köprüler ve kervansaraylar yapmışlardır. Bunların yanında Türkler, Avrupalıların bugün de özlemini çektikleri hoşgörüyü göstererek Edirne’de Hıristiyanların kiliseleri ile Yahudilerin Havralarının yaşamaya devam etmelerine izin vermişlerdir. Bütün bunların bir sonucu olarak Edirne’de İslam’ın köklerinden yola çıkarak insancıl bir kültür ve medeniyet kurulmuştur. Süheyl Ünver’i Edirne’ye bağlayan ikinci sebep, Şehit Ressam Hasan Rıza ile Doktor Rıfat Osman gibi iki yakın can dostunun burada yaşamış olmalarıdır. Süheyl Ünver’in çeşitli tarihlerdeki Edirne ziyaretlerinde tuttuğu notlar ve yaptığı çizimler 23 defteri dolduracak kadar bir hacme ulaşmıştır. Edirne Defterleri adıyla basılan bu eserden bir örnek olmak üzere “25. IX. 1957 Çarşamba Edirne” tarihli notlarına bir bakalım: “Bugün 11’e kadar Sarayiçi’nde kaldım. Yanımda Rauf Tunçay da var. Dönerken, Saraçhane köprüsünden geçerken, kitabesini okuduk. Hattatı “Ketebehu Osman eşşehir çilingir zade” diye imza atmış. Üzerinden aldık. Ben bu roseti, bir bordürünü, bir ufak motifini çizdim. İşte bunlar (üç tane motif). Tam orada bir silahlı nefer yanımızda nöbette. Konuşma ve çalışmalarımıza şâhid oldu. İşimiz bir çeyrekte bitti. Üçümüz Prof. Zeki Yalımla nefere Allaha ısmarladık dedik. 40 adım ilerledik. Nöbetçi olan o nefer bağırdı: -Durunuz! Yanımıza geldi. Köprüde durmak yasak, neye durdunuz? Siz kimsiniz. Hüviyet kağıtlarınızı göreceğim, demez mi? Evvela Rauf Bey çıkardı. Onun hüviyet varakasını beş dakikada sökdü. Sonra bana: Sen ver, dedi. Benimkini verdim. Onu da tamamen okumak istedi. El ile yazılı olduğundan zorlukla beş dakikada sökdü. Cüzdanları vermedi. Yanımızda Prof. Dr. Zeki Yalım vardı Ondan da istedi. O ise, ben onların uşağıyım, dedi, nefer ısrar etmedi. Cüzdanları güçlükle uzattı, yine gidin, demedi, mütereddidi. Biz de yürümeğe başladık. O da bir şey söylemedi. Arkamıza bakmadan geçip gittik. Atik Ali Paşa Camii. Selimiye civarında. Eski bir eser. Yalnız harab değil perişan. Alakalılara söyledim. İmara parasız tarafdan da başlayın. Nedir dediler? Dedim ki. Bunları temiz bir harâbe hâlinde muhafaza edin. Her bir harab âbideyi (imece) ile temizletin ve buna hepiniz önayak olun. Ümid edelim”. Devamında dört sene sonra ulaşacağımız 1961 tarihinin, Edirne’yi fethedişimizinn 600. yılı olacağını hatırlatır ve bu münasebetle burada ortaya koyduğumuz kültür ve medeniyet eserlerimizi dünyaya tanıtacak programların hazırlıklarına başlamamızın uygun olacağını bildirir. Onun şehir defterlerinde modern belediyecilik anlayışına temel olacak şehir planlaması, altyapı ve ulaşım hizmetleri, kültür varlıklarının korunması, tanıtılması ve bu yolla turizmin geliştirilmesine dair paha biçilmez düşünceler de vardır. Doğan Hızlan’ın, onun Bursa Defterleri’ni okuduktan sonra, içinde Bursa’yı tekrar ziyaret etmek arzusunun uyandığını yazması bunun güncel örneklerinden sadece biridir. “Her şey biter, Edirne bitmez” diyen Süheyl Ünver, şehrimizi bütün Türkiye’ye, buradaki kültür ve medeniyet eserlerimizi bütün Avrupa’ya tanıtmak için adeta çırpınmıştır. Peki biz Edirneliler onu ne kadar tanıyoruz?... Ölüm yıldönümünde bunu sadece hatırlatayım, dedim…