“ Tavan arasında,Eski Edirne’yi buldum…”
Eski Edirne’ye dair hatırlayabildiklerim çok azdı, bir gün tavan arasına çıkıp ta eski resimleri karıştırınca o güzel günleri hatırladım. Rahmetli dedem “ Ali çavuş’un “ elini tutar, bostan pazarından başlayarak bütün Edirne’yi gezerdik, 1970 li yılların başlarıydı, bütün sokaklar şimdiki gibi delik deşik çirkinlikler içinde değildi, Arnavut kaldırım taşı dediğimiz taşlarla kaplıydı, bostan pazarı o zamanlar daha düzenli idi, şimdiki gibi inşaat alanı gibi çirkin değildi, o zamanlar oraları sularda basmazdı, meyve bahçeleri vardı dallarından birkaç elma koparabildiğimiz, cana yakın esnafları vardı, dükkanlarının önündeki küçük sandalyelere oturup, soğuk gazozumuzu içerken yorgunluk attığımız, küçük bir fırını vardı “yağlı simit” dediğimiz susamsız küçük halkacıklar satardı yemeye doyamadığımız, saraçlar caddesine çıktığımızda Rum ve Yahudi esnaflarımız vardı, Edirne’nin güzellikleriydi onlar.
Saraçlar caddesi bir başka güzeldi, şimdiki gibi aşırı süslenmemişti o zamanlar, tabela kirliliğinin olmadığı zamanlardı 1970’li yıllar, o zamanlar Edirne küçüktü, bir başka güzeldi, her kes birbirini tanırdı, birbirinin yardımına koşardı, kimse bencillik nedir bilmezdi.
Kale içine inerdik dedem “ Ali çavuş’la” her sokağı bir başka güzeldi, kale içi o zamanlar en lüks yerleşim yeriydi, kale içinde oturmak bir ayrıcalıktı, Ah o canım konaklar, o ahşabın güzelliğini, kapılardaki oymacılığın şaheserliğini seyrederken, kaç kez elimden zorla çekmişti dedem “ hadi gidelim artık” diye, kale içini önce Rumlar ve Yahudiler terk etti, ardından da o güzelim ahşap konaklar..
Dedem “Ali çavuş’la” Kırkpınar’a da giderdik, güreşi çok severdi rahmetli, saatlerce baş pehlivanlık güreşini seyrederdik, çocukluk işte, çok sıkılır ; “hadi gidelim” derdim ikide bir, oysa şimdi çok özlüyorum o günleri, şimdi böylemi ya on dakikada koca Türkiye’nin bir baş pehlivanı oluyor.
Hafta sonları Buçuk tepe’ye piknik yapmaya giderdik dedemle, maşatlık karşılardı bizi, birbirinden güzel Yahudi mezar taşları vardı oralarda, buçuk tepe yemyeşil bir örtüyle örtülmüş gibiydi sanki, bin bir çeşit ağaçlar vardı her yerde, o zamanlar devasa çirkinlik abidesi gibi Tv.- Radyo verici antenleri de yoktu oralarda, yemyeşil ağaçların altına oturur, dedemden bu tepenin neden buçuk tepe adı ile anıldığını dinlerdim, “ İstanbul fatihi sultan Mehmed zamanında, yeniçeriler bu tepede otağ kurarak kazan kaldırmışlar, maaşlarına zam istemişler, maaşlarına buçuk akçe zam yapılınca kışlalarına geri dönmüşler, o günden sonrada bu tepe buçuk tepe adıyla anılır olmuş”, o zamanlar buçuk tepe den Edirne daha güzel görünürdü..
Sizde benim gibi, bir akşam evinizdeki Tv.’leri Radyoları kapatıp eski resimlerinizi karıştırın, tavan aranıza çıkın, belki de benim gibi tavan aranızdaki tozlu rafların arasında Edirne’nin eski güzelliklerini bulacaksınız ve canım Edirne’mizin güzelleştirilmek uğruna ne kadar da çirkinleştirildiğini üzülerek göreceksiniz.
Esen kalın, umudunuzu yitirmeyin, Edirne’de güzel şeyler olacak..