Yılmaz Akçaalan.
Edirne'nin Ahlat Ağaçları;
Tren yolu boyunca muntazam dikilmiş ahlat ağaçları...
Sabahtan akşama dek kızgın güneş altında, elbiseleri ağararak çalışırlardı yevmiyeci kadınlar.
Yanlarında sepetlerine koydukları bir kaç domates, biber, salatalık v.s. vardı, bu sepetleri ahlat ağaçlarının dallarına asarlardı.
Ne de sıcak geçiyordu yaz; bâzen hafif esen bir rüzgâr azıcık da olsa serinletirdi de şöyle derince bir nefesle içlerine çekerlerdi havayı.
Avrupa'ya işçi taşıyan trenler geçerdi, biz çocuklar el sallardık onlara, onlar da ceplerindeki son yirmibeşlikleri, on kuruşları, elli kuruşlukları atarlardı bize, vatanı terk etmeye bir kaç kilometre kalmıştı artık ve vatana bıraktıkları son tebessümleri bize gönderirlerdi.
Bu tren yolu binlerce işçinin belki hayatlarının en dramatik hâline şâhitlik ederdi.
Yabancı diyarlara, dilini, âdetlerini, hayatlarını bilmediklerinin yanına işçi olarak gidiyorlardı, acab
a nasıl bir hayat bekliyordu onları?..
Ailelerine o zamanlar renkli fotoğraflarını gönderirlerdi. Kısa, yine de selâmlarını, hatır sormalarını ihtivâ eden satırlarla iktifâ ederlerdi.
Bir zaman sonra yine trenle dönerlerdi memlekete, yanlarındaki pilâki konservesi, etli pirinç pilavı kutusu, sarmaları bize atıp, el sallarlardı, yüzleri gülerek.
Yakın zamanda, bir zaman tren yolu olan mevkîide gezerken o ahlat ağaçlarından sâdece bir tâne gördüm, yanında bir göl oluşmuş, o da göl kıyısında köklerinin bir kısmı toprağın göçüşünden havada öylesine kalmış, ağacın her tarafı budanmıştı.
O hâtıralardan kalan tek şâhit oydu, ne yazık ki günleri sayılıydı, bizim gibi, her canlı gibi...